ABD Kongresi’nin yeni Başkanı Mike Johnson’ın Meclis kürsüsünden ‘Tanrı’ ile ‘İncil’e’ atıfta bulunduğu bir konuşma yapması hayli gürültü kopardı. Oysa ABD “özgür” bir ülke, her şey konuşulabilirdi benim bildiğim. Kongre binasının girişinde İncil’den alıntılarla dolu kitabenin varlığından ötürü bizim İslamcılar boşuna mı yıllarca “laik olacaksak, ABD tarzı laik olalım” demişlerdi. İncil üzerine yemin edilen “laik” bir ülkeydi nihayetinde.
Konuşmasında, bu göreve gelmesiyle ilgili olarak “Böyle bir konuda tesadüf olduğuna inanmıyorum. Kutsal Yazıların ve İncil’in, yetkili kişileri yükseltenin Tanrı olduğu konusunda çok açık olduğuna inanıyorum. Her birinizi, hepimizi O yükseltti” sözleri Kader anlayışına inanan herkesin katılacağı ifadeler tabii ki. Ancak Johnson’un hayli zengin bir politikacı olduğu anımsanırsa Tanrı’nın birilerini yükseltmek için aradığı önkoşulun paralı olmak olduğunu düşünmek de mümkün.
1800’lü yıllarda sadece iki yıl sürebilmiş, sonra unutulup gitmiş bir Manifest Destiny Doktrini vardı ABD’nin (Açık Kader diye çevirdim, umarım uygundur). Sürekli batıya yönelmenin Allah’ın Amerikalılara verdiği görev olduğunu içerirdi bu doktrin. Ömrü iki yıl sürdü ama etkisi günümüze kadar gelmiştir. George (oğul) Bush’un konuşmaları hep mesianik içerikliydi örneğin. “Yahudilerle Arapları barıştırmak için Allah tarafından görevlendirildim” derdi, kulakları çınlasın.
Hal böyle olunca, “dinci“ başkanların bile olduğu ABD’de Johnson’un Meclis kürsüsünden din konuşması neden bu kadar tartışma yarattı acaba? Yanıtını aramadan önce neden bir politikacı siyasal mekanları parlamentoyu bir dini vaaz platformuna çevirir, onu konuşalım biraz.
Öncelikle herhangi bir dini konuşmanın önüne bariyer konulmamış oluşundan yararlanan bir faydacılık sergilemiş Johnson. Çünkü ABD’de ,dine karşı da dinden yana da herhangi bir yasa yok. Bu Kongre üyelerinin sağduyusuna bırakılmış. Yani yasak yok diye önüne gelen dini konuşmalar yapmaz diye düşünmüşler. Johnson bu hoşgörüden yararlanıyor.
İkinci neden şu olabilir: Dini kurumların cemaatları vardır, belli sayıdadır. Bir camide, kilisede, sinagogda yapılan dini konuşmanın alıcısı da bellidir. Kongre bu kurumların dışına açılma şansının yakalandığı önemli bir kurum. Bu nedenle konuşan kişi, “cemaatlar“ dışı alana da açılma şansını burada bulur. Dini “kendisine ayrılmış alan“ın dışına çıkarmak için iyi bir yöntemdir bu. Üçüncü neden, John da bir Evangelist haliyle (bizim tebliğcilere denk düşer), bulunduğu her yerde tebliğ yapması doğal. Dördüncüsü malumunuz, dini konuşmanın alıcısı da getirisi de hayli fazladır. Politikacı bayılır bu tarafına.
ABD Tarihi dersimizde geçmişti Proselitizm kavramı. İnsanların dini ya da siyasi inançlarını değiştirme çabasına böyle derler. Aslında karşı din ya da görüş sahiplerine yöneliktir proselitizm. ABD Kongresi’nde çoğunluk Hıristiyan olduğuna göre, Johnson’un muhatabı onlar değil belli ki. Bir avuç Müslümanın yanısıra herhalde Yahudiler ile ateistlere, dinsizlere yönelik mesaj verme kaygısı var Meclis Başkanı’nın. Bana sorarsanız, faydacı, başkalarının inançlarına saygısı olmayan, sözümona onları gittikleri yanlış yoldan çevireceğine fena halde inanmış, bu anlamda patlayasıca bir özgüvene sahip ilkel bir Protelisttir bu adam.
“Ettiği sözler kötü mü peki, ne zararı var?“ Kötü değil ama zararlı olabilir. Kongre yasalar yapılan, yani insanların yaşamlarına dokunulan bir kurum. Orada herhangi bir karar ya da düzenleme “insan iradesi“ne bağlıdır. Bu iradenin karşısına “göksel irade“ konduğunda kararların insanın aklının ürünü olduğu fikri zayıflar. İncil’e yemin ediyorlar o ne olacak? Herkes etmiyor bir kere. İnananlar ediyor, inanmayanlar için başka düzenlemeler var.
Tartışmaya katılanlardan biri de psikolog Lucia Grosaru, “Ya bir başka politikacı hepimize Apollo’nun ilkelerine göre hareket etmemizi önermeye başlarsa? Bugüne kadar gelen diğer dinler için de aynı şey geçerli” diyerek her dine mesafeli olma ilkesine dikkat çekiyor. Mesele bu işte. Mesafe korunacak, kürsü kimsenin inancının basamağı olmayacak.
Neden bu kadar tartışmaya yol açtı sorusuna yanıt arayalım. Bunun için önce, İslamcılarımızın “olacaksa bizde de öylesi olsun“ dedikleri ABD laikliğine bir bakmak gerek: Din ile devlet ayrılığına olan inançları nedeniyle, ABD Anayasa’nın çerçevesini çizenler dine karşı tarafsız bir duruşu tercih etmişlerdir hep. Anayasayı yazmakla görevlendirilen Anayasa Konvansiyonu üyeleri, hükümetin vatandaşları bir dine doğru ya da bir dinden uzaklaştırmak için etkileme gücüne sahip olmaması gerektiğine inanıyordu.
Birinci Anayasa Değişikliği’nin ilk maddesi “Kongre, dinin kuruluşuna saygı gösteren hiçbir yasa yapmayacaktır” der. Yani federal hükümet tarafından resmi bir dinin benimsenmesi yasaktır ABD’de. Daha geniş anlamda bu madde federal hükümetin herhangi bir dinin lehinde ya da aleyhinde bir tutum benimsemeyeceğini temin etmenin bir yolu olarak işlev görür. Bununla birlikte, Yüksek Mahkeme hükümetin dine belli bir ölçüde müdahalesine müsamaha göstermiştir. Örnekleri çoktur, geçelim şimdilik. İkinci madde ise “Kongre, bir din kurumuna saygı gösteren ya da onun uygulanmasını yasaklayan hiçbir yasa yapmayacaktır” kuralını getirmiştir.
Şİmdi, Kongre’de hem İncil hem de Anayasa üzerine yemin edip ülkenin laiklik ilkesini ihlal eden birine, başta bir iki yandaşı dışında kimse güvenilir kişi gözüyle bakmaz. “Hukukun üstünlüğüne, demokratik, laik Cumhuriyete bağlı kalacağıma” diye yemin edip, laikliğin üzerinde tepinmenin edepsizlik olduğunu biliyor ABD Kongresi. O nedenle Johnson’a kızdılar, o nedenle tartışma uzadı.
Johnson’un ettiği lafların Kongre’yi dinci yapacağına inanıldığı için ona karşı çıkılıyor değil elbette. Her üyesi farklı din ya da inançlara mensup olan Kongre’de meclis tüzüğünün verdiği konuşma fırsatını tek bir dinin söylemiyle tebliğe çevirmesinedir itiraz.
Kurnazlık, fırsatçılık, kibir gibi özellikler her mecliste itibar görüyor değil yani.
Johnson yanlış mecliste demek ki.